22 Ekim 2011 Cumartesi

Ey dünyanın ışık işçileri, zenginleşin!

Kim daha zengin demiş filozof, en çok şeyi olan mı, en az şeye ihtiyacı olan mı? Bence sorun “daha zengin” kavramının içine saklanmış durumda.

Aviator filmiyle tanınan, Howard Hughes, o zaman sık kullanılan tanımla egzantrik milyoner, verdiği çok az sayıda röportajdan birinde insan doğasının doyumsuzluğunu açıklamış. “Uçaklarınız, uçak fabrikalarınız, gemileriniz, tersaneleriniz, rafinerileriniz, atlarınız, dünyanın her yerinde büyük evleriniz var. Bir insanın sahip olabileceği her şeye sahipsiniz. Ne için hala çok çalışıyorsunuz?” sorusuna, “Her şeyden biraz daha” cevabını vermiş.

Halbuki, diğer taraftan hepimizin içinde ”Ferrari’sini satan bilge” olma arzusu da var. “Çekileyim bir kasabaya, köye, doğa ve ben, ekmek evden, su çeşmeden, huzura ve sükunete kaçayım” diyenler, aslında içinde bulunduklarının gönüllü bir hapishane olduğunun da farkındalar. Ama olmuyor bir türlü, erteleniyor sürekli olarak, daha uygun şartlar ve zamanlar umuluyor, emeklilik bekleniyor, öyle hayatlara geçenlere gıptayla bakılıp, resimlerine iç geçiriliyor. Yine de içten içe, “evet cesur ve yapmış, ama şartlar değişirse, aç kalacak haberi yok” düşüncesi hemen gönüllü hapishaneyi dayanılır hale getiriyor.

Sorun gelecek endişesinde… Stok mantığında… Sigorta ve emeklilik primlerinde…. Faiziyle geçinilebilecek parayı bankaya koymakta filan… Son ekonomik kriz bile uyandıramadı insanları… Yıllarını harcadıkları birikimler uçup gidiverdi, ve geriye sadece aynadaki yüz kaldı… Eskilerin “kefen parası” birikiminin mantığı sağlam aslında, sadece o kadar birikim yeterli,  çünkü cıvıl cıvıl öten bir kuşun, ya da mastika ve şakşukayla dans eden romanların neşelerinde, yarın endişesi yok.

“Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” denir tasavvufta. Ya da “şeriatte bu senindir, bu benim, tarikatte hem senindir hem benim, hakikatte ne senindir ne benim”.  “Bir lokma, bir hırka”, hatta “azıcık aşım, kaygısız başım” bile var.

Doğu bize azı öğretiyor, yetinmeyi, şükretmeyi, rıza ve teslimiyeti. Örgütlü dinler, lüks ve israftan kaçınmayı, infak da denen, paylaşmayı, oruç ve özveriyi öneriyor. Batı uygarlığı materyalist bakış açısıyla, biriktirmeye odaklanmış, özellikle Protestan ahlakı, Calvinism gibi akımlar, nesiller boyu tasarrufla sermaye birikimini teşvik etmişler. Arınmanın temel yolunun dünya nimetlerinden vazgeçmekle mümkün olduğunda büyük bir mutabakat var.

Buraya kadar yeni bir şey yok. Ama kişisel hikayemden yola çıkarak, artık durumun farklı olabileceğini düşünüyorum.

Şanslı doğdum ben. Gelecek endişem pek olmadı. Ama yazının başında bahsettiğim “daha zengin” meselesi küçük yaşlarımda zihnimi meşgul etti. Hep, daha çok siyaset yoluyla, benim kadar şanslı olmayanlara hizmet etme güdüsüyle yetiştirildim, ama bunun için, doğru bildiklerimi her zaman savunabilmek ve kimseye minnet duymamak için, “daha zengin” olmam gerekiyordu. Bu yüzden hayallerimde büyük holdingler filan vardı. Aile işine başladıktan sonra da bu değişmedi.

Ama bir gün mutsuz olduğumu fark ettim. Biraz erkence bir yaşta, “ben bu dünyaya zengin olmak için mi geldim, hayat amacım bu mu, bu bana yetecek mi, ölürken gülebilecek miyim” gibi sorular sordum kendime… Zor ve sancılı bir süreç oldu. Geldiğim noktada son derece kesin ve keskin bir seçim vardı, dünyada en çok sevdiğim ve kendimi borçlu hissettiğim tek insan olan eşim de destekledi, ve ticari hayattan çekildim.  Anlatmak istiyordum ve anlattım. Bir anda popüler oldum ve eğitimlerden kazandığım parayla aileme bakabildim.

İyi bir hoca oldum, ve iyi de kazandım. Ama kritik nokta şu ki, hocalıktan kazanılan paranın sadece ihtiyaçları karşılamak için alınabileceği, buradan kazanılan paranın biriktirilip, bir servete dönüşmesinin gayrı ahlaki olduğu prensibine inanıyordum ve hala inanıyorum. İhtiyaç tanımı rölatif, farklı yaşam standartları farklı ihtiyaç düzeyleri getirebilir. Ama mesela ben, yılda şu kadar yurt dışı tatil, ayda şu kadar dışarıda yemek filan gibi şartlanmaların, nasıl bir illüzyon olduğunu fark ettim. Ve fakat, iyi içkileri yine seviyordum.

Sonra bir gün babam rahatsızlandı. Ve mecburen, aile işlerini yeniden devraldım. Yine bugün de inandığım bir başka prensip yüzünden, bir insanın hem ticaret, hem manevi rehberlikten gelir sağlamasının uygun olmadığını düşünerek, eğitimlerden ücret almamaya başladım. Başta gelirim biraz azaldı. Sonra ticari hayatı farklı sürdürdüğümü fark ettim. Üslubum, Tanrı’ya inancım, insan ilişkilerim farklıydı, ve bu aile işine bereket getirmişti. Her şey hep daha iyi gidiyordu.

Sonra bir ders daha aldım. Benim ve diğer hocalarımızın ücret almadan eğitim verdiğimiz derneğimize, ücretle eğitim verenlerin şikayeti üzerine, büyük vergi cezaları tahakkuk ettirildi. Yönetim kurulundaki arkadaşlarım bu cezaları ödeyebilecek durumda değillerdi ve ben üstlendim. Ücret almadan verdiğim eğitimler, harcadığım emek ve zaman, başkalarına hizmet ederken özveri sandığım verişler, kâinatın denge sisteminde pek de hoş karşılanmamıştı.

Yeniden düşündüm.  Ender Saraç, küçük bir dost sohbetinde demişti ki, “gidin zengin olun, paranın iyi insanlarda olma zamanı geldi.” O zaman biraz yadırgamıştım. İhtiyaçlarımı karşılamanın, bence çok güzel bir tanımla, bolluğun ”ihtiyaçlardan biraz fazlasına sahip olmak” olduğuna inanmanın yeterli olduğunu düşünüyordum çünkü.

Oysa zaman değişti. Değişmiş. Zaten hepimiz de farkındayız, dünyevi ve materyal seçenek ve sorumluluklarımız artıyor. Bu yüzden, şimdi, elbette manevi yanlarımızı ihmal etmeden, bugüne kadarki kazanımlarımızı koruyarak, daha çok kazanmak için harekete geçmeliyiz. Bir gün Steve Rother  Louise Hay’in arabasını görünce çok pahalı olup olmadığını sormuş, o da, “Çok pahalı Steve” demiş ve eklemiş, “ama ben buna değerim.”

Zaten yeni seçenekler hazır ve bizi bekliyor. Maaşlı ya da küçük gelirli işlerden girişimciliğe geçiş, yeni yatırım projeleri, ya da bütçemize biraz bol gelen, ama gerçekleşeceğini bildiğimiz hayaller zihnimizi eskiye göre çok daha sık ziyaret ediyorlar.

Bir lokma bir hırka bize yetebilir, ama gelecek günlerde, lokma ve hırkası olmayanlara destek verebilmek için bile olsa, yeni bir motto lazım bize artık.

Ey dünyanın ışık işçileri, zenginleşin!



Neşeniz, bilir…

Sevgi ve bilgi, paylaşılarak çoğalır…

Maksat Bir, rivayet muhtelif…

Sevgi ve ışık…

Korkut