11 Eylül 2011 Pazar

Yola Işık Düşünce 11.Eylül.2011

Uyum sağlamaya çalışıyoruz. Zor oluyor, yoruluyoruz, kalbimizin, nefesimizin, uykumuzun ritmi bozuk, ama yıkılmadık, ayaktayız.

Değişimin sonlarındayız. Daha önce başlangıcın sonu demiştim. Dalga bizi bize rağmen, yıpratarak değiştiriyor, ve sahile atmak üzere demiştim. Sahildeyiz artık. Robinson Crusoe, ya da meşrebinize göre Lost olduk…

Eski hayatımızın bilgileri hala bizimle… Ama alışık olduğumuz kolaylıklar yok. İnsanlar, beslendiğimiz kaynaklar, oyunlar, lezzetler, meşgaleler, hatta alışkanlıklar eski dünyamızda kaldı. Bilmediğimiz yeni bir an ve alandayız. Bilim tamam, ama teknoloji yok. Tıpkı Crusoe, ya da Lost’takiler gibi, eski bilgimizi kullanarak bu yoksunluklar ülkesinde, konforlu olmasa da, en azından konforlara ulaşana kadar, asgari bir yaşam standardını kurmaya çalışıyoruz.

Ama çok ilginç, karamsarlık, iç kararması, endişe filan yok. Hatta yaşananlardan sağ salim kurtulduğumuz için, şükran olmasa da, bir minnet hissimiz bile var. Yine ilginç, her şeyin çok daha iyi olacağına dair bir inanç da var içimizde. Bu basit bir ümit değil, neden sağlam olduğunu bile bilmediğimiz, güçlü bir inanç… Neyimize güvendiğimizi bilmiyoruz, şartlar güvenilecek gibi değil, ama içimizde bir endişe yok.

Oysa çok şey değişti ve değişiyor. Yılbaşından beri anlatmaya çalışıyorum, onsuz olamam dediğimiz birçok alışkanlıklar gitti, onsuz yapamam dediğimiz insanlar hayatlarımızdan çıktı, hep azaldığımızı, eksildiğimizi sandık, ama bugün eskiye göre daha ıssız olmamıza rağmen, çok da zararda değiliz gibi. Aslında, mükemmel, yeni bir şey ekleyemeyeceğimiz bir kalabalık değil, hiçbir şey eksiltemeyeceğimiz bir sadelikmiş…

Yine de aksayan bir şeyler var. Yeni ortamı tanımadığımız için, büyüdüğünü fark edemeyen ergenler gibi, sağımızı solumuzu, ayağımızı kolumuzu, bir yerlere çarpıp duruyoruz. Kalp, nefes ve uyku aksama halinde. Yeni hayatın bioritmini yakalayamadık. Hani bir seyahatte yerliler birden oturmuş, “ruhlarımız arkada kaldı, onları bekliyoruz” demişler ya, ruhumuz ve bedenimiz sahile ulaştı, ama aklımız hala eskide. Hem hayatımızdan çıkıveren alışkanlıkları özlüyoruz, çünkü biz bu aklımızla onaylamadan, veda edemeden gittiler, hem de daha da eskide bıraktıklarımızı ”onların boşluğunu doldururlar mı acaba” kolaycılığıyla, yeniden değerlendirmeye alıyoruz…  İnsanlar, gruplar, alışkanlıklar, uzak geçmişten bizi çağırıyorlar. Değişmiş, büyümüş, akıllanmış çocuklar, yeni an ve alanda, teknolojisiz kalınca çok eski oyuncaklarından medet umuyorlar. Derin içimizde, bunun derdimize derman olmayacağını bilsek de, "eskiden kalan bir şeylere tutunsak, acaba bu yeni hayatımıza daha sağlam başlayabilir miyiz" diye düşünüyoruz.

Kolaycılık yok. Yeni bir biz, yeni bir an ve alan var. Yakın ve uzak geçmişe saygı duyup, yaşanmışlıkları aklımızdan uğurlayıp, yeni günü ve şehri bir an önce keşfetmeliyiz. Gemileri biz yakmadık, ama yandılar. Yas tutmak sadece zaman kaybı. Eski hatıralar uyuşturucu. Oysa ilerlemek, hatta koşmak mümkün, ve yapmamız gereken de bu.

Yeni an ve alan, fırsat, bolluk ve bereket dolu. İhtiyacımız olan tek şey, şimdi ve burada olduğumuzu fark etmek. Eskide ve eski evimizde değiliz, konforsuzuz, bildiğimiz oyunlardan uzağız. Ama şimdi ve burada, yeni bir biz, yeni bir hayat, yeni fırsatlar var. Özellikle, bundan önce dilediğimiz, fakat, rutinin bizi sınırlaması yüzünden imkansız sandığımız, gizli niyetlerimizi gerçekleştirebilmek için uygun bir an ve alandayız.

Şimdi sadece yeni toprağımıza değil, ufka ve gökyüzüne bakma zamanı. Yorgun başımızı kaldırıp, ileriye bakıp, son safralardan da kurtulmalıyız. Kendi taşlarımızdan, arzu ettiğimiz formları yaratabilecek heykeltıraşlar olarak, Rodin’in bir taş parçasından mükemmel heykellerini nasıl yaptığını soranlara verdiği cevap rehberimiz olmalı: “sadece fazlalıkları atıyorum.”

Lost benzetmesi çok uygun aslında, burada mucizeler çok yaygın, ama elbette şifreleri çözebilmek için biraz çaba gerekiyor…

Neşeniz, bilir… Sevgi ve bilgi, paylaşılarak çoğalır… Maksat Bir, rivayet muhtelif… Sevgi ve Işık… Yarın 15’ine basacak olan ve bir numaralı hayranı olduğum kızıma özel sevgilerimle… KOrkut






6 Eylül 2011 Salı

Her an iki bayram arasındadır

Tatil bitti, bloga devam.  Bayram yorgunuyuz, bayram konuşmak istedim…

Bir keresinde Mısır’da, diğerinde Fas’ta olmak üzere, iki kez dini bayramlarda Türkiye dışında İslam ülkelerinde bulundum.  Ve bizden ne kadar farklı ve ne kadar benzer olduklarını gördüm. “Eid mübarek” derken gözlerinden çıkan enerji bizim bayram kutlamalarımızdan oldukça farklıydı. Neşe yerine ciddiyet, sıcaklık yerine saygı, kutlama yerine ibadet vardı.

Aslında bayramlarda ikisi bir arada olmalı, hem manevi bir iklim, hem de maddi bir doyum. Ne o, ne o, hem o, hem oJ.

Nerede o eski bayramlar diyenler için, aslında bayramın anlamını biraz sorgulamak lazım. Her dinin, her kültürün, her coğrafyanın ve her zaman diliminin bayramları var. Amaç basit aslında, uzun süren fedakarlık, çalışma, mücadele döneminden sonra, bu zor dönemin ödülü olarak ve bir sonraki zor döneme moral olsun diye, insanlar deşarj, ya da şarj oluyorlar. Derslerden sonraki teneffüsler gibi:)…

Eski Sümer ve Mısır’da başlayan, Hitit, Yunan ve Roma uygarlıklarında devam eden, yazının bulunmasından beridir takip ettiğimiz bir gelenek bu. Yıl boyunca süren oruç, uzun süreli bir iftarla kutlanıyor. Her şey bol, abartılı ve coşkulu. Bayram anlamına gelen festa, festival sözcüğünü doğurmuş. Bizdeki kurban bayramı gibi çok et yeniyorsa carne-vale oluyor adı… Rio Karnavalı’nda et sözcüğü mecazi anlamında kabul ediliyorJ

Şaka bir yana, aslında bir şükran töreni. Ritüelik olarak Tanrı’ya- ya da tanrılara teşekkür ediliyor. Mesela, eski toplumlarda sıkça görülen Tanrı’ya-ya da tanrılara gelecekte felaketlerden korunmak için önceden ödeme yapılan canlı kurban etme gibi törenler bayram değil.

Dini açıdan bir sükunet dönemi, mesela İslam’da savaşılmayan 3 aylar gibi, demokrasiyle yönetilmeyen halkı sakin ve huzurlu tutmak için güzel bir araç. Bayramlarda ve festivallerde bu zirveye ulaşıyor. Bu yüzden bütün devletler, halkın gazını almak için bayramları ciddiye alıyor, hatta bayram icat ediyorlar. Bugün resmi tatil dediğimiz kutlamalar, milliyetçiliğin beslenmesi gibi, devletin işine gelen bir dayanışma ruhunu yarattığı için vazgeçilmez. Ama o günlerin tatil olması, vatandaşların o gün devletlerine şükran duyacak tatiller, kutlamalar yapması da bunun bir parçası.

Bayramlar bütün dini ritüeller gibi ciddi bir ekonomik aktivite yaratıyor. Tarihe baktığımızda, hele hele mevcut dinde mabet-rahip düzeni varsa, bayram kutlamaları için inşa edilen alanlar ya da bayramlarda buralarda sunulan hediyeler bazen ülkedeki en büyük ekonomik aktivite oluyor. Bayramlarda yapılan harcamalar, insanların birbirlerine, komşularına, yoksunlara ve çocuklara hediyeler yoluyla aktardıkları kaynaklar tüketimi patlatıyor. Toplum zenginleştikçe, yeni tüketim bayramları gerekiyor. Anneler-babalar günleri, 14 Şubat’lar, mesela Amerika’daki season, ülke ekonomisine ciddi katkılar yapmaya başlıyor.

Eski bayramlar şöyleydi, böyleydi argümanları binlerce yıldır yapılıyor. Çünkü insanların kutlamalar sırasında tüketebilecekleri şeyler değişiyor. Yeni tüketim alışkanlıkları, yeni abartılar, yeni coşkular yaratıyor. Ama kutlama duygusu değişmiyor. Şükran, minnet, takdir duyguları ise, her nesilde, her kültürde azalıyor. Bayramın nedeninden ve amacından çok, nasılı ve eğlencesi ön plana çıkıyor.

Bayramın doğası gereği, harcamak ve tüketmek son derece normal.  Zaten amaç da bu. Bu yüzden cömert olmak lazım. Kavgada yumruk aranmaz deyip, hesabı kitabı bir yana bırakıp, kısıtlı günlerde  bol bol tüketin, hediyeler verin, bolluk ve bereketi hem doyasıya yaşayın, hem yaşatın. Bu insanın doğasındaki gelecek endişesini birkaç günlüğüne de olsa aşmasını sağlar, ve son derece yararlı…

Ama işin manevi yönünü asla unutmamak lazım. İnancınız olmasa bile, ne çok şeyiniz olduğunu hatırlamak size iyi gelecektir. Eğer inançlıysanız, o zaman sadece verdikleri için değil, esirgedikleri için de o Ulu makama şükran borcunuzu hatırlayın. O’nun buna ihtiyacı olduğu için değil, sizin buna ihtiyacınız olduğu için…

Yazıyı, çiftliğimizdeki bağbozumu sırasında yazdım. Sonra Dionysos’u ve onun bağbozumu şenlikleri sırasında yaşananları düşündüm. Neyse, kafam karışmasın, her şey yerinde ve zamanında güzel…


Neşeniz, bilir… Sevgi ve bilgi, paylaşılarak çoğalır…Maksat Bir, rivayet muhtelif…

Sevgi ve ışık…

Korkut