12 Nisan 2012 Perşembe

DUAM...

27 Nisan 2010’da Facebook’ta notlarımda paylaşmıştım. Gerçi sonunda Korkut Keskiner referansıyla paylaşmanız şart değil desem de, birçok yerde adım geçmeden, anonim bir yazıymış gibi, birkaç yerde de, sanki yazanların kendi önerileriymiş gibi bu metinle karşılaştım.
Aslında herşey çok basit ve biz karmaşıklaştırıyoruz. Benim işim basitleştirmek. Bu yüzden, kendi duamı blogumda da paylaşıyorum:
Çoğu insan bana kişisel olarak nasıl bir çalışma yaptığımı soruyor. Bugüne kadar geçiştiriyordum, ama şimdi anlatmam gerektiğini hissediyorum.
Sessiz ve sakin bir yerde, tercihen uzanırken, iki elimi vücuduma simetrik olarak yerleştiriyorum. Bir süre enerjimin yükselmesini bekliyorum. Sonra söylediğim her sözcüğün gerçek anlamına odaklanarak, virgül ve noktalarda duraklayarak, gerektiği yerlerde imgeleyerek şunları söylüyorum:
“Bütün isimleriyle Ulu Yaratan’ın, ismi, izni ve inayetiyle,
Allah’ım,(ya da Rabbim veya Tanrım, ona en çok hangi ismi yakıştırıyorsanız)
Aidiyetim sanadır.
İbadetim sanadır.
Yolum sanadır.
Hizmetim sanadır.
Senden geldim, ve sana döneceğim.
Her an bendesin, her an sendeyim.”
Sonra bir süre kendimi bırakıyorum. Zihnime bazı düşünceler gelse bile onları izlemiyorum. Ben olan Tanrı’dan, Tanrı olan benden, güç ve enerji talep ediyorum. Bir süre de böyle bekliyorum. Bu sırada bazen başımın ve/veya vücudumun çeşitli bölgelerinde hareketlilikler de olabiliyor.
Sonra, kendim, ve küçük ailem için, “bolluk ve bereket, huzur ve mutluluk, sağlık ve neşe, sevgi ve ışık” diliyorum. Sonra yakınlarım, sevdiklerim, sonra ülkem, ve son olarak bütün insanlar ve insanlık için aynı şeyleri diliyorum.
Bu kadar. Ellerimi kaldırıyorum ve bitiyor. Toplamda 5 dakika kadar. Sonrasında, kendimi tazelenmiş, güçlü, huzurlu ve farkında buluyorum.
Bunu bazen günde 3-5 kez yapıyorum, bazen daha az. Aslında ibadet ritüellerinin anlamları, ve biçimlerinde bir içerik de var. Kurallar var, esneklikler de var. Ama “ilim bir noktaydı, insanlar onu çoğalttılar”da olduğu gibi, basitlik bana daha cazip geliyor. Kuran’da namaz için günde sadece 3 vakit var, güneş doğarken, güneş batarken, ve gecenin tam ortası. Bu vakitlerde yapmaya çalışıyorum, ama tam uymuyor bazen, çok da önemli değil. Bazen da sadece tam öğle vaktinde yapıyorum.
Lütfen bunun deneyin. Eğer memnun kalırsanız, istediğiniz yer ve zamanda başkalarıyla da paylaşın. Korkut Keskiner referansını da paylaşırsanız sevinirim, ama şart da değil.
Neşeniz, bilir.
Sevgi ve bilgi, paylaşılarak çoğalır.
Maksat Bir, rivayet muhtelif.
Sevgi ve ışık,
Korkut
Bu metni mümkünse linkiyle, ya da kaynak göstererek her yerde ve herkesle paylaşabilirsiniz…


6 Nisan 2012 Cuma

EVLİLİK VE ÜÇ SORU

Sanırım ilk olarak İtalyan bir arkadaşıma anlatmıştım. Walkman’inde Coşkun Sabah dinleyen bir İzmir levanteniydi. Evlenmeyi düşünüyordu. Ve bana mutlu evliliğin sırrını sormuştu. O zamanlar, yani 10 yıl önce, çok popüler olan erkekadam.com’da bu konuda bir yazı yazmıştım, ve okumasını önerdim. Erkeklere hitap eden bir mecrada, erkeklere hitaben yazılmış bir yazıydı. Aşağıya kopyalıyorum:

Mutlu evli çift vardır. Biz mutluyuz. Beş yıla geliyoruz, ve evli ve çocuklu olanlar bilirler, birinci ve sonra ikinci çocuk bunalımlarını da aştık ve gün geçtikçe birbirimizi daha çok seviyoruz. Kritik olan ve burada tartışmak istediğim şu: Sadece birbirimizi daha çok seviyor olmamız bizi mutlu tutmaya yetmez ve ikimiz de bunu biliyoruz.

Öncelikle şunu kabul etmek lazım. İnsanlar yanlış insanlarla evleniyorlar. Çünkü evliliğin gerçekte ne olup olmadığı konusunda, kendilerinin ve müstakbel eşlerinin gerçek bir evlilikte nasıl roller benimseyecekleri konusunda bir fikirleri yok. İkincisi, çoğu yalnız başlarına bir süre yaşamadıkları için, ailelerinin empoze ettiği değerler bütünüyle, kendi değerler sistemlerini oluşturmadan evleniyorlar. Yani henüz birey olmadan, bireylik hak ve kimliklerinin sınırlarını keşfetmeden, “aslında” kim olduklarını öğrenmeden, neyin onlar için vazgeçilmez, neyin uzlaşılabilir olduğunu bilmeden. Üçüncüsü, karşı cinsi yeterince tanımadan evleniyorlar. Bahsettiğim tanımak karşı cinste hangi özellikleri istediğini bilmek değil, hangi özellikleri istemediğini bilmek. Yani en azından bir kaç ciddi ilişki sonrası, partnerlerini neden “artık” beğenmediklerini, neden “o insan” olmadıklarını fark etmek, ve sonraki ilişkilerde bu dersleri unutmamak. Dördüncüsü, insanlarla değil, imajlarla evleniyorlar. Gece uyandıklarında, uyurken bir bebeğe benzeyen ve bu yüzden yanağını okşayıp üstünü örtmek isteyecekleri biriyle değil, ulaşılmaz bir ciddiyetle “cool” ve mesafeli duranlarla. Sevdikleri değil, toplumun saydığı insanlarla. Konuşacakları değil, sevişecekleri insanla. Daha da ilginci, son yıllarda, fiziği güzel olanla değil, imajı parlak olanla. Nedensiz, nasılsız, sadece kim, ne zaman ve nerede sorularıyla.

Aslında bu kimsenin suçu değil. Maalesef, gördüğümüz evlilikler genelde mutsuz oldukları için, bu konuda “bir şeylerin yapılabileceğini”, evliliklerin çabayla daha iyi, terim size garip gelebilir ama, daha başarılı bir hale getirilebileceğini bilmiyoruz. Zannediyoruz ki, evlenmeyi düşündüğümüz insan bir piyango bileti, büyük ikramiye de çıkabilir, “gelecek sefere” umut da bağlanabilir. Kişisel tasarruf yok, herşey külli iradenin kapsamında. Ama öyle değil. Seçim tabii çok önemli, ama aslolan sizin vereceğiniz emek. Bence her şey geçtiğimiz yıllarda, Gülriz Sururi’nin programına çıkan Güneri Civaoğlu’nun söylediği bir cümlede saklı: “Karım bana kendisini sevmem için her gün yeni nedenler veriyor.”

Bütün ilişkiler bir süre sonra, insanın doğasındaki bencillik yüzünden yıpranıyor. Bütün sevgiler eskiyor. Kısır döngüler ilişkiyi yeniden üretme yeteneklerini iğdiş ediyor. Elindeki asgariler insanın aç doğasına hiç yetmiyor. Bunun nedeni şartlandığımız ve bilmeden belki de dini ve ahlaki değerlerden bile daha sofu ve kayıtsız ve şartsız benimsediğimiz “terazi” kavramı. Yani aldığımızla verdiğimizin dengesi. “Almadan vermek Allah’a mahsus” gibi şartlanmalar. Terazide gözünüz hep karşı tarafın kefesinin sizin kefenize göre ne kadar dolu olduğunda. Burada da kalmıyor bu tıkanma. Bir süre sonra aldığınız ve verdiğinizin dengesi de önemini yitiriyor ve “önce almak, sonra vermek” şartlanması ve bitiş başlıyor.

Evlilik, belki unutanlar vardır, kuruluşu ve tasfiyesi açısından, hatta günlük işleyişin ve üye ya da ortakların arasındaki ilişkilerin kanunlarla düzenlenmesi nedeniyle, şirketler, dernekler, teşkilatlara çok benzeyen gibi bir kurum. Ortak çıkar ve amaçların olduğu, bunlara ulaşmanın ortak metotlarla denendiği bir işbirliği. Saint-Exupery’nin tarif ettiği aşk kavramına paralel, “aşkın göz göze bakmak değil, birlikte aynı yöne bakmak olduğu” bir ilişki. Ortak amaç, Dali ve Gala’da olduğu gibi bir dahinin desteklenmesi de olabilir, ikisi de memur çocuğu olan genç profesyonel bir çiftin ya da bunlardan birinin sınıf atlaması da. Ortak çıkar, evliliklerinin başarısız olduğunu kimsenin kolay kolay iddia edemeyeceği hanım politikacımız ve iş adamı eşi gibi şahsi servetlerini arttırmak da olabilir, pazar magazinlerinde ve sosyete dergilerinde gördüğümüz çiftlerin, “cemiyet hayatında” görünerek yarattıkları ekonomik ya da cinsel potansiyel de. Bu ortak amaç ve çıkarları, ve bunlara ulaşılacak yol planını eğer tarafların ikisi de benimsiyorsa, o evlilik başarılı bir evliliktir. Başarılı evliliklerin mutlu olması şart değildir. Ve genelde, eşler, bazen mutlu olmasalar da, istediklerine kavuştukları için başarılı evliliklerden şikayet etmezler.

Mutluluk ise üzerinde bir çok filozofun fikir yürüttükleri bir kavram. Bence evliliğe en uygunu, bir önceki paragrafla uyum da sağlaması nedeniyle, “başarı istediğini elde etmektir, mutluluk elde ettiğini istemeye devam etmek” tanımı. Elde ettiğinizi istemeye devam ediyor musunuz? O zaman mutlusunuz. Artık istemiyor musunuz, pekiyi o zaman istemeye devam etmek için ne yaptınız? Kritik nokta Civaoğlu’nun noktası. Siz ilişkiyi beslediniz mi? Çiçeği suladınız mı? Benim kişisel katkım da şu: Bütün ilişkiler bir süre sonra kısır bir döngüye dönüşüyor. Eğer, egonuza yenilir ve “ben onu mutlu etmek için bu kadar fedakarlık yaptım, sıra onda” ve “neden ben, o yapsın” tuzaklarına düşerseniz, negatif kısır döngü girdabına girer ve kesinlikle mutsuz olursunuz. Kısır döngüyü siz yaratın, ama pozitif olarak. Aslında bu da bir alışveriş, ve burada da bir terazi var. Ama, herkes kendi kefesini dolduracağına, siz onun kefesini doldurun o sizinkini. Dengeyi böyle kurmaya çalışın. Yani “onun beni mutlu etmesini istiyorum, beni mutlu etmek için kendisini borçlu hissetmesini istiyorum, o halde onu nasıl mutlu edebilirim” kısır döngüsüne girin. Bu karşılıklı olsun. Olmazsa, karşınızdaki buna karşılık vermezse, zaten yazının başındaki yanlışlardan birini yapmış ve yanlış biriyle evlenmişsiniz demektir. Ama olursa, harika olur.

Bilinen hikayedir. Çeşitli versiyonları var. Adam ölmüş, günahları-sevapları eşit. Seçimi ona bırakıyor ve önce cehennemi , sonra da cenneti gösteriyorlar. Cehennemde iki ucu da sonsuza giden bir masanın üstünde bütün güzel yemekler, cennet taamı, kuş sütü bile var. Ama masada oturanların ellerindeki kaşıklar, kollarından daha uzun. Kaşıklara doldurdukları lezzetleri bir türlü ağızlarına götüremiyorlar. İşkencenin en ölümcülü. Cennete gidiliyor. Masa aynı masa, yiyecekler, hatta kaşıklar bile aynı. Ama cennettekiler, uzun kaşıkları birbirlerinin ağzına götürerek, hem karşılarındakileri besliyorlar, hem de kendileri yiyorlar.

Yeryüzü cenneti zor değil. Terazide onun kefesini doldurmaya başlayın. Pazar sabahları gazete ve onun sevdiği pastanenin poğaçalarını almaya gittiğinizde, sapları kısa da olsa, küçük bir gül demeti alın, onu uyandığında görmesi için yastığınızın üstüne koyun. Ona gereksiz ve küçük e-mail’ler gönderin, gün içinde duyduğunuz bütün komik fıkraları telefonla hemen ona anlatın. Beraber gittiğiniz alışverişte, kararsız kaldığında ona iki bluzu da alın. Bütçeniz o sırada kısıtlı olsa da, size son derece komik gelse de, onun istediği mutfak ve banyo malzemelerini, onu teşvik ederek hatta zorlayarak alın. Siz onu öyle görseniz de, onun da ikna olması için dünyadaki en güzel hamile olduğunu ona defalarca anlatın, size doğuracağı -çünkü gerçekten onları size doğurmaktadır- çocukları ne kadar heyecanla beklediğinizi, üstelik çocukların ona ve onun komik yanlarına benzemesini istediğinizi söyleyin. Küçük bir çocuk gibi hissedip, büyük bir insan olduğu için ağlayamadığında, ona sarılın ve sadece saf şefkat gösterin. Emin olun o da karşılığını verir, hem de belki de aslında sizin hak etmemiş olduğunuz kadarını da verir.

Mutlu evli çift vardır, ama bunun için çaba ve özen gösterdikleri için mutludurlar. Bu dünya üzerinde çaba gösterilmeden elde edilen hiç bir şey yok. “Allah öyle yarattığı” için sonsuza dek süren mutluluklar da. Ama her şeyin size ve tercihlerinize bağlı olduğu gibi, bu da size ve tercihlerinize bağlı.”

10 yıldan fazla olmuş yazıyı yazalı. Tabii insan eski yazısına bakınca daha iyisini yazabilirdim diyor, ama fikirlerim hala geçerli.

İtalyan arkadaşıma sonra sadece üç soru sordum. Ve sonra, eş adayı konusunda bana danışan herkese de sadece bu üç soruyu sordum. “Birlikte gülüyor musunuz, elini tutmak hoşuna gidiyor mu, ve çocuğunuzun ileride nasıl biri olacağı konusunda ortak bir vizyonunuz var mı?”

“Birlikte gülüyor musunuz?” sorusu bence en önemlisi. Eğer beraberken gülüyorsanız, bu eşit ya da yakın bir zeka düzeyini, benzer bir aile kültürünü, siyasi yaklaşımı, eğitim seviyesini, ve daha bir çok soyut konuda uyumu gösterir. Aynı şeylere gülmek hayatı paylaşacak iki kişi için çok ama çok önemli. Çünkü o zaman, beraberken gülmeye çalışıyor, en zor durumlarda bile, kahkahaların şifasıyla toparlanıyorsunuz. Bir süre sonra, aranızda başkalarının çok anlayamayacağı özel bir espri dağarcığı da oluyor. Ve hem intimiteniz artıyor, hem de yalnızken dahi, aklınıza ortak espriler geliyor, ve her şeyi ona ve o esprilerle anlatmaya çalışıyorsunuz. Bu yüzden en önemli soru bu…

“Elini tutmak hoşuna gidiyor mu?” sorusu da çok önemli. Çünkü evliliklerde aslolan şehvet değil, şefkat. Eğer şefkat hissiniz yoksa, zamanla da kolay oluşmuyor. Bu yüzden ona dokunmak sizin için önemli olmalı. Bu cinselliğe de olumlu katkılar sağlar, ama amaç cinsellik değil. Çok az sayıda istisnalar hariç, evlilikte cinsellik muhakkak heyecanını kaybediyor. Bu yüzden amaç, şefkatli dokunuşlar. Nedensiz sarılmalar, küçük öpücükler, saç okşamalar, kolkola, elele yürüyüşler. Elbette her çiftin norm ve standartları ve sosyal koşulları farklı, ama eğer şefkatli dokunuşlar olmazsa, çiftlerde çok büyük duygusal boşluklar oluşuyor.

Üçüncü konu çocuklar. Eğer çocuk istemiyorsanız zaten evlenmeyin. Evlilik aslında insan doğasına ters, ve uygarlığımızın çocuk yetiştirmek için daha iyi bir formül geliştiremediği için, bugünkü şekliyle sadece çocuk yetiştirmek için en iyi ortamı sunan kurum. İdeal ortam demiyorum, diğer ortamlar kötüdür de demiyorum. Ama çocukların mutlu bir evlilikte büyümesi, onlara çok şey katıyor. Fakat bir insanla kalıcı ve uzun süreli bir beraberlik kurmak istiyor ama çocuk istemiyorsanız, ki aslında büyük bir sorumluluk olduğu için çok saygıdeğer bir tercih, o zaman evliliğin resmiyetine ve sınırlarına uymak zorunda da değilsiniz. Diğer taraftan, çocuklar evliliklerdeki en büyük gerilim kaynağı. Eğer anne ve baba, çocuğun yetişme kültürü ve tarzı konusunda ortak bir vizyonu paylaşmıyorlarsa, ki artık sorumlulukları da paylaşmaları gerekiyor, bir süre sonra duygusal kopuşlar meydana geliyor. Evet çocuk ortak, ama resmi bir ortaklıkta olduğu gibi, ortaklar gelecek üzerinde birbirlerinden daha fazla söz hakkı olduğunu düşünmeye ve iddia etmeye başladıklarında, rekabet ve mücadele başlıyor. Bu yüzden, evlenmeden önce müstakbel eşinizle çocuklarınızın nasıl erişkinler olmasını istediğinize dair tam bir mutabakat kurmak, ileride bu tür sorunları engelliyor.

Başka sorular da sorulabilir aslında. Ama bu üç sorunun üçüne de gönül rahatlığı içinde evet diyebiliyorsanız, karşınızdaki sizin için ideal eş olmasa bile, ki belki de öyledir, mutlu bir evlilik ihtimali çok artar. Aman dikkat, sadece ikisi yetmez, üçü de evet olmalı. Her gün bir çok konuda ortak kararlar almak zorunda olduğunuz biriyle, sık sık gülmek, elele yürümek, ve çocuğunuza aynı bakışlarla bakmak, büyüğü ve küçüğüyle, bütün sorunları aşmanızı sağlayacaktır. Evlenmeyecekseniz, ama uzun bir ilişki söz konusuysa, o zaman ilk iki soru huzurlu ve mutlu bir ilişki için yeterli.

Önümüzdeki yıllarda, büyük toplumsal değişimler yaşanması bekleniyor. Yalnız yaşamayı tercih edeceklerin ve evlenmeden beraber yaşayanların sayısı artacak. Ama uygarlığımız çocuk yetiştirmek için daha uygun bir formül bulamadığı sürece, formatlar değişse bile, evlilik devam edecek. Bu yüzden, eş seçerken muhakkak üç soruya da evet cevabı vereceğiniz birini seçin, ve evlendikten sonra da terazide hep karşı tarafın kefesini doldurmaya çalışın.



Neşeniz, bilir.

Sevgi ve bilgi, paylaşılarak çoğalır.

Maksat Bir, rivayet muhtelif.

Sevgi ve ışık,

Korkut

Bu metni mümkünse linkiyle, ya da kaynak göstererek her yerde ve herkesle paylaşabilirsiniz…